Yine içimde o arzu! Bu sene çok da tatmin edemediğim, yeni yerler keşfetme ya da bildiğim yerleri farklı bir mevsimde görme arzusu. Kalbim ve zihnim yeni rota ve planlarla dolu. Fışkırmak üzere olan volkan gibi içim usul usul kabarıyor. Bu sessiz şişkinliğin sonu alevli, sıcak ve gürültülü bir patlama olmasından korkuyorum.
Ve az da olsa bu patlamanın önüne geçebilmek için kaynayan bu sıcak lavların içine bir miktar kar, bir miktar buz ve soğuk su döküyorum. Nasıl mı? Bildiğim muhteşem bir rotayı en merak ettiğim hali ile buz tutmuş gölü, kar yağmış ormanı ile görme fırsatı yakalayarak. Ya da bu fırsatı yaratarak.
Bolu’yu çok severim. Her mevsim nasıl da ayrı güzel olduğunu tecrübe etmişliğim var. İlkbaharda kamp, sonbaharda sanata tanıklık, yazın ise hem piknik yapmak hem de serinlemek için gidip görmüşlüğüm var. Ama en sevdiğim kış mevsiminde hiç görmedim buradaki masalsı dünyayı. Beyazlara bürünmüş halini en çok merak ediyorum.
İlkbaharda doğanın uyanışıyla coşan enerjinin içinde olmak efsane… Yeşilin her tonu sarıyor ruhumuzu… Çeşit çeşit kuşların melodisi, meltemin okşayışı, açan çiçeklerin kokusu, güneş ışınlarının yavaş yavaş bedenimizi ısıtması…
Bolu’nun Yedigöller Milli Parkı, bu sezonda tercih ettiğim yerlerden. Hele de kamp için en güzel rotalardan. Bir de dört mevsimin ilkinde olursa bu aktivite, şahane oluyor.
Yaz aylarında bahar mevsimleri kadar hayran olmasam da bu coğrafyaya serinlemek için gelinebilir. Ama sonbahar tam bir sanat eseri.
Sarı, turuncu ve kırmızının her tonunu yakalayabildiğimiz bu mevsim, başımı döndürüyor ve hatta bağımlılık yapıyor.
Bu mevsim geldiğinde burayı görmezsem içim içime sığmıyor. Ekim-kasım için hep uygun hafta sonu planı yapar zihnim; kalbimin isteğine uyup. Ve her ne kadar çileli bir yolu olsa da sevgiliye kavuşma anı hep çok romantik oluyor.
Peki ya kışın? Kışın nasıl olur buralar?
Bolu’nun Yedigöller bölgesine kışın gitmek pek mümkün olmasa da ona çok yakın Abant ve Gölcük Gölü efsane güzellikte. Sadece kartpostallarda bulunabilecek bir manzara ile karşılaşmak işten bile değil.
En iyisi baştan başlayayım. Heyecanla aldığım 200 km yolun sonunda önce konaklayacağım otelde alıyorum soluğu. Odanın hazırlanmasını beklerken kısa bir gezintiye çıkmak en doğal hakkım. Çok değil sadece birkaç yüz metre ilerde tam da çocukken resmettiğimiz bir manzara ile karşılaşıyorum.
Sizi bilmem ama benim standart çizimimdir. Bir dere, kenarında çalı çırpı şeklinde siyah siyah ağaçlar, üzerinden geçen köprü ve altında şırıl şırıl akan bir su melodisi. Tam da bu tablo karşılıyor beni. Hem de beyaz örtü ile örtülmüş bir şekilde. Güneş ışınlarının beyazdan bana yansıyıp gözlerimi kamaştırması da cabası. Nasıl mutlu oluyorum kelimelerle ifade edemem. Onun yerine uzun uzun seyredip, güneş ışınlarını ruhumu ısıtmasına izin veriyorum.
İçim sevinçle dolmuş bir şekilde dönüyorum otelime. Odam da hazırlanmış zaten. Ağır ağır çıkıp oda kapısını açmamla o şahane görüntü ile karşılaşıyorum. Karşıda çam ağaçlarından oluşan bembeyaz orman, balkonda diz boyu kar, hava buz gibi, hatta eksi derecelerde ama dışarda parlak bir güneş var. Ve önünde az sonra sıcak suyu doldurup bol bol köpük dökecek olduğum jakuzi.
Kenarına da birçok mum dizerim şöyle. Bir kadeh de şarap ya da şampanya doldurdum mu … Ohhh benden keyiflisi yok. Yine daha çok hayallerimde yaşattığım bir resim bu; gerçek olamayacak kadar güzel olan.
Güneş batana kadar burada keyif yaptıktan sonra güzel bir gece yürüyüşü yapıyorum buz gibi ormanda ve en keyifli uykulardan birini çekiyorum. Sabahında heyecanla görmeyi istediğim iki yer var sırada. Önce Abant gölüne giriş yapıyorum. Araçla gölün etrafında bir tur attıktan sonra tekrar başlangıç noktasına geliyorum. Yerler kar ve buz kaplı olduğu için benim için heyecanlı bir zaman dilimi oluyor.
Her ne kadar Abant denince küçük şirin evli bir fotoğraf paylaşılsa da o ev maalesef burada değil. Gölcük gölünde.
Ve ben o yüzden orayı daha çok beğenip seviyorum. Hele böyle buz tutmuş halini hayal bile edemezdim. Nasıl bir doğa harikası böyle. Bakmaya doyamıyorum. Fotoğrafa da…
Üstelik gölcük gölünün etrafında küçük bir yürüyüş yapmak mümkün ve çok da çok eğlenceli. Yürürken bembeyaz karın üzerinde kıtır kıtır ses çıkması, kış mevsiminde yapmayı en sevdiğim olay.
Biraz deli dolu arkadaşınız da varsa yanınızda, kar yüklü dallara asılıp üzerinize kar yağdırması da olası…
Gölcük gölünün 4-5 noktasında içeriye doğru uzanmış teraslarında, güneşin doğru açısını yakalayabilirseniz muhteşem anılarınız olabilir.
Ama benim en sevdiğim girişin az ilerisindeki birinci nokta; en güzel kareler hep oradan çekilmiştir gibime geliyor. Velhasıl bu güzelim coğrafya gerek Yedigöller gerekse Abant ve Gölcük Gölü ile aslında her mevsim ziyaret edilmeyi hak ediyor. Bana göre ise kış ayında inanılmaz bir büyüleyiciliğe sahip oluyor. Sonbahar ve kış arasında zaman zaman kararsız kalsam da sanırım oyumu Beyazdan yana kullanacağım.
O ne eşsiz bir manzara, dondurucu soğuğa ve renginin aksine ruhumu ısıtan. Buz tutmuş gölüne inat kalbimi eriten. Bembeyaz görüntüsüne tezat al yanaklarıma sebep olan. her detayına bayıldığım, temiz hava alıp dinginliğe kavuştuğum bu doğal güzelliğe hayran bir şekilde veda ediyorum buralara... Tekrar yolumun düşmesini düşleyerek...
Sanki ben yürüdüm, güzel anlatım için teşekkürler.
Mecburi hizmet anılarım canlandı yazınızı okurken.Sene 1986-Ekim-27.Bolu Yığılca.O zamanlar Yığılca Bolu’nun ilçesi.Şimdi Düzce Vilayet,Yığılca Düzce’nin ilçesi.Doğa harikası bir yer.Meslek hayatına başladığı ilk yeri ve zamanı unutamazmış insan.Herşey gönlünüzce olsun🌺
Romansı bir anlatım, görseller çok güzel, çok iyi bildiğim, çok beğendiğim bir coğrafya,bana dört mevsim hayallerimi yaşattınız, Nuray hanım size çok teşekkür ederim elinize, kaleminize, yüreğinize sağlık, sizinde tüm hayallerinizin gerçekleşmesi dileğimle 🙏🙏
nasıl güzel bir yazı olmuş