top of page
Ara
Yazarın fotoğrafınuray çalışkan

FAS, diğer adıyla MOROCCO!

Güncelleme tarihi: 2 Nis 2023

Cebelitarık boğazını çevreleyen uzun bir sahil şeridine sahip Kuzey Afrika ülkesi!

Benimse buraya yolum, nasıl mı düştü? Bir gezide tesadüfen tanıştığım bir arkadaşımın teklifi ile… Yani diyorum ki bir seyahatte tanıdığım biriyle bir başka seyahat planı yaptım. Hem de mayısta Kapadokya’da gördüğüm bu kişi ile sadece 1 ay sonra olan Fas gezisi için sözleşmiştik. Haziranda Fas’a gitmek ne kadar doğruydu bilemiyorum. Ama ilerleyen günlerde 45 derecelik yakıcı sıcağı gördükçe bu planımı tekrar sorguluyor olacağım.

2017 yılı haziranın son günlerinde indiğimiz havaalanından önce Marakeş’e doğru yol alıyoruz minik bir otobüsün içinde Afrika ezgileri eşliğinde. Etrafımda gördüğüm tek şey kırmızımsı kum tepelerinden oluşan genişçe bir çöl ve çorak arazi oluyor.

Marakeş’e ulaştığımda ise bu kırmızılık artıyor; öyle ki şehre ismini verecek kadar. Yerli halkın dilinde “Kızıl Şehir” anlamına gelen Marakeş, beriberi dilinde “Tanrının ülkesi” demek oluyor.

Bense bu Kızıl Şehre Menara Bahçelerinden giriş yapıyorum. 12. yüzyılda yapılan bu meyve ve zeytin bahçeleri aslında çiftlik olarak kullanılmış. Atlas dağlarından toplanan suyla oluşturulan yapay gölden bu bahçe için sulama yapılmış. Sonraları halka açık, meyve ve piknik bahçesi olarak kullanılan alan ise 1985 UNESCO tarafından Dünya Miras Listesine alınmış durumda.

Devasa bahçeyi gezerken güneş kendini iyiden iyiye belli etmeye başlıyor. İşte o an daha fazla dayanamıyorum, uzun bir yolun başında dikilmiş satıcıdan Fas’ın ilk hatırasını alıyorum; kenarında kırmızı tüyü olan gri bir fötr şapka.

Sıradaki durağımız, gelmeden önce en çok görmeyi istediğim yerlerden biri; Majorella Bahçeleri. 1919 yılında ünlü mobilya tasarımcısı Jacques Majorelle, Marakeş’e taşınmaya karar veriyor ve dünyada gezdiği tüm ülkelerden topladığı bitkileri bir araya getirerek bu muhteşem bahçeyi oluşturuyor. Majorelle’nin ölümünden sonra bahçe, Fransız moda tasarımcısı Yves Saint Laurent’e satılıyor. Laurent öldükten sonra yakılarak külleri bahçeye serpiliyor.

Ben bu sonu hazin olan öyküyü duymamışım gibi yapıp tüm renklerin bu denli canlı olduğu duvarlara hayran kalıyorum. Mavi, sanki her an hareketlenip uçacak bir halı gibi heyecanlı, sarı, sanki kessen suyu çıkacak limon gibi taze ve iştah açıcı. Bense bu renklerin arasına sığmaya çalışıp merdivenlerin köşesine emanet oturan eğreti bir vücut.

Aslında dileğim kaybolmak içlerinde, renklerine karışmak, hep oradaymışım gibi aralarına sızmak. Ama ne mümkün? Tek yapabildiğim az da olsa varlığımı hissettirip kamufle olamadan gülümseyerek bu tarz hayallere dalmak!

Böyle tatlı anılarla ayrılıyorum bu botanik bahçeden.5-6 saatlik uçuşun ardından Yol yorgunu bir şekilde havaalanından Marakeş’e gelmiş hatta iki güzel bahçeyi ziyaret etmiş olsak da henüz uğramadığımız otele gidip dinlenmenin vakti geldi sanki! 1-2 saatlik zamanda havuza girmek kimin aklına gelir ki? Ama işte birileri akıl etmiş :)

Neee? Bikinili havuz fotoğraf mı o? Ama bu sıradan bir havuz fotoğrafı değil ki! Bu, Afrika Kıtasının kuzeyinde, Atlas Okyanusu ile Sahra Çölünün arasında Kızıl Şehir Marakeş'te, palmiye ağaçlarının altında keyifli bir anın hatırası deyip kendime konumu hatırlatıyorum. Zira hala inanmakta zorlanıyorum çünkü.

Biraz dinlendikten sonra akşam üzeri Marakeş’in o bilinen dünyaca ünlü Jemaa El Fnaa Meydanına yürüyoruz.

Öncelikle bu kentin Medina diye eski ve Gueliz adıyla yeni şehir olarak ikiye ayrıldığını belirtmeliyim ki yürüdüğümüz, UNESCO tarafından korumaya alınmış bu meydan Medina kısmında yer alıyor. Zaten tarihî yapılar, pazarlar ve surlar hep bu bölgede. Gueliz bölgesinde ise modern yüksek binalar ve birbirinden lüks mağazalar bulunuyor.

Gelelim bu meşhur meydana, gün boyunca tezgahların kurulduğu ve akşama doğru yılan, maymun ve yerel insanların yaptıkları gösterilerin gerçekleştiği bu alan, aslında büyük bir Pazar görünümünde. Portakal suyu tezgahların, geleneksel deri çantaların, yöresel kıyafetli insanların ve pirinç bardaklı su satıcılarının bulunduğu bu pazar, kırmızı toprakların üzerinde bir toz bulutu ve ışık cümbüşü arasında anlamadığım o gırtlaktan konuşulan arabik ezgilerle başımı döndürüyor. Üzerime doğru yürüyen yılan oynatıcıları, çıngırağını şakırdatıp burnuma doğru pirinç bardağı uzatan rengarenk elbiseli, kırmızı fesli, koyu tenli adam, hızlı hızlı yürüyen insanlar, aromatik kokular, nane çayları ve nihayetinde türlü türlü sesler… Gerçeğin çok ötesinde gibiyim. Bir ara midem bulanır gibi oluyor. Uzatılan taze sıkılmış portakal suyunu alıp kafama dikiyorum. Biraz kendime gelince de uğultudan uzaklaşmak istercesine koşar adım otele dönüyorum.

Aklımda, Gaziantep'in bakırcılar çarşısını, İstanbul'un Eminönü taraflarını hatırlatan minik ara sokakları kalıyor; hediyelik deri ve bakır eşya satan. Böylesine ilginç ve egzotik bir günün ardından uykunun tadı bir başka oluyor.

Ertesi gün Marakeş’in görülmesi gereken önemli noktalarından olan Bahia Sarayında alıyoruz soluğu.

Bahia, kelime anlamıyla parlaklık ve ihtişam anlamına geliyormuş ki bunu ziyadesiyle sarayın içerisinde hissedebiliyorum. Çiniden halının üzerinde kayarcasına yürürken gözlerimi ahenkli desenden zar zor ayırıp tavana dikiyorum. Bir başka el işi bir başka sanatın yer aldığı bu ahşap oymaları ve boyamaları, olağanüstü buluyorum doğrusu.

Hiçbir mobilya, aksesuar ya da halının olmadığı bu görkemli yapıda salına salına geziyor olmaktan hoşnut düşünüyorum. Evet prenses olarak doğmamış olabilirim, ama bu, saraylarda yaşayamayacağım anlamına gelmez deyip patlatıyorum kahkahayı oradan çıkarken.

Bu sözlerimi çürütürcesine bir yaşam sürmüş olan Bob Marley’in doğup büyümediği halde “Evim” dediği Atlas okyanusu kıyısındaki o güzel kasabaya doğru yol alıyoruz. Essaouira… Ya da Suvayr… Bağımsızlıktan önceki adıyla Magador…

“Bir yıldız gibi kayarım hayatından, yapabileceğin tek şey dilek tutmak olur.” ve

“Gerçek şu ki; herkes seni incitecek. Yapman gereken tek şey; ‘acı çekmeye değer’ birini bulmak.” gibi birçok sevilen sözü olan sanatçı 36 yıllık kısacık ömrüne 130’un üzerinde plak ve yüzlerce şarkı sığdırırken bu balıkçı kasabasına hayran kalmış ve belli bir dönem burada yaşamış.

Şehre adım atar atmaz okyanusun dibindeki kale duvarları dikkatimi çekiyor. Aslında milattan önce 6.-7. yüzyıllara ait yaşam kalıntıları olsa da bu duvarlar, 16. yüzyılda Portekizliler tarafından yapılmış. Korunmaya ihtiyaç duymuş diye düşünüyorum ister istemez.

Bu düşünceyle yürürken yoğun bir balık ve yosun kokusu dolduruyor genzimi. Başımı İstemsizce sahile çevirdiğimde yüzlerce mavi sandalın koyun koyuna salındığını görüyorum kıyıda. Balıkçı ağlarına aldırmadan kenara kadar gelip daha yakından bakıyorum. Hepsi birbirinin aynı yüzlerce kayık…

Mavi boyalı ahşap kayıklar…

Bu manzara eşliğinde sahildeki derme çatma restoranda balık yiyip şarap içiyoruz ki yapılması gereken odur bu kasabada. Ardından şehrin içlerine doğru dalıyoruz. Bazı yerlerde oldukça daralan sokaklarda halı, resim ve ahşap hediyelikler satan minik dükkanların arasında dolaşırken kulağıma çok tatlı bir yerel müzik sesi geliyor. Sesi takip edip içeri girdiğimde, duyduğum bu müziği soruyorum. Cdsi olduğunu öğrendiğimde ise hiç düşünmeden satın alıyorum. Ki bu cd hala polikliniğimde durur ve zaman zaman dinlerim.

Hoş anılarla ayrıldığımız Essaouira’dan geri dönerken argan yağı imalathanesine uğruyoruz. Faslı kadınların ellerinde yoğurduğu esmer hamura su katarak ayrıştırdığı yağı seyrediyorum epey. Sonra kozmetik ürünlerde nasıl kullanıldığını, cilde, saçlara iyi geldiğini, anti-aging (yaşlanma karşıtı) özelliğini ve yemeklik yağı ile kozmetik yağ yapımı arasındaki farkı dinliyorum. İşte o zaman argan yağının gerçek hikayesini öğreniyorum. Meğer argan meyvesi ceviz, badem gibi sert kabuklu ve ağacın tepesinde oluyormuş. Toplaması zor olan meyveyi önce keçilere yedirip sonra da sindirilmeden çıkan dışkılarını yıkayarak kabukları kırılıp içindeki yumuşak meyve böyle hamur haline getiriliyormuş.

Çok ilginç olan bu yapım aşaması beni epey şaşırtıyor. Ama dünyada sadece kireçli topraklarda ve çöl ikliminde çok ender yerde yetişen (nerdeyse sadece Fas’ın güneybatısı) bu argan ağacının yüzde yüz organik olan yağından elbette ben de satın alıyorum ve tam 5 yıl saç uçlarımda kullanıyorum.

Sıkı bir alışverişin ardından nihayet Marakeş’teki otelimize varıyoruz. Buradaki son gecemizde güzelce dinlendikten sonra ise bu Kızıl şehre de veda ediyoruz.

Sıradaki rotamız, Kazablanka. Hani şu 1942 yapımı meşhur Casablanka filminin çekildiği yer. Aslında filmin birçok sahnesinin yer aldığı Rick’s Cafe en çok görmek istediğim yer. O günden bu yana özenle korunduğu hatta piyanonun yerinin bile değişmediği söyleniyor. Bu hayal ve heyecanla ulaştığımız bu yeni şehirde, bu güzel mekânın kapalı olduğunu ve rezervasyon alınıp gelindiğini öğrenmek benim için hayal kırıklığı oluyor. Oysa ben ‘Play it Sam!’ diyecektim piyanonun başına gelip. Sonra da ‘As time goes by’ şarkısı çalmaya başlayacaktı kulaklarımda…


Ama moralimizi bozmak yok. Beyaz şehir Kazablanka’dayız. Aslında bu şehrin en meşhur ve görülmesi gereken yerlerin başında gelen yer 2. Hasan Camisi'dir.

Fransız mimar Michel Pinseau tarafından tasarlanıp Bouygues tarafından inşa edilen cami, Atlantik kıyısında denizin doldurulması ile elde edilen bir alan üzerine inşa edilmiştir. 100.000 kişinin aynı anda namaz kılmasına olanak sağlayan bu yapı, Mekke’den sonra dünyanın en büyük 2. camisi olmakla kalmıyor aynı zamanda zeminin dörtte üçü okyanusun üzerine cam zemine inşa edildiğinden deniz canlılarını izleme fırsatı veriyor. Minaresi 210 metre ile dünyanın en yüksek minaresi ünvânını kazanırken, Ramazan ayında iftardan sonra hareketlenmeye başlayan cami ve avlusu, sahura kadar önce teravih ardından sohbet ve şenliklerle insanların odak noktası oluyor.

Bu kadar görkemli ve hem İslam hem Arap alemi için önemli caminin önünde benim dikkatimi çekense hint kınası yapan kadınlar. Bir iki sohbet ve pazarlıktan sonra biriyle anlaşıp özenle istediğim deseni çizdiriyorum. Öyle keyif alıyorum ki bu eksantrik, mistik ve egzotik davranıştan ve sonucundan. Keşke geçişi olmasa da diye düşünüyorum. Ama hiç olmazsa bir anı fotoğrafı çektirmeyi unutmuyorum; hem de otobüs şoförü İsmail'den öğrendiğim şal bağlama tekniğiyle beraber.

Son olarak 5. Muhammed Meydanı’nı ziyaret ediyoruz Baharla. Fransız sömürgesi iken Kazablanka’nın modernleştirilmeye çalışıldığını ve özellikle bu meydan ile başlanıldığını öğrenmiştim. Yeni şehir yani ville nouvelle buradan doğuya ve güneye inen caddeler üzerinde devam ediyor. Resmi binalar ve yeni otellerle güzelleştirilen meydanda, arkama Fransız konsolosluğunu alarak kuşlarla dans ediyorum. Bu ritimlere alışık olan güvercinler ise bana eşlik ediyor. Güneşin kavurucu sıcağı tenimde, gördüğüm tüm yeni yerler zihnimde, kucak dolusu mutluluk yüreğimde öylece dönüyorum.

Bu oryantal, çölümsü, esmer 3. Dünya ülkesinde eşsiz deneyimler yaşamış, farklı tatlar tatmış ve yeni yollar öğrenmiştim. Aslında nereden duyduğumu hatırlayamadığım güzel bir söz geliyor aklıma haritada yolumu bulmaya çalışırken.

‘Yol sizi nereye götürüyorsa oraya gitmeyin, yol olmayan yerden gidin ki iz bırakın!’

Ve hoşçakal Fas! Çöl iklimine sahip, gecesi soğuk, gündüzü aşırı sıcak olan bu Afrika ülkesine ziyaret için en güzel zaman ilkbahar ve sonbahar deyip veda etme vakti şu an. Kim bilir belki sizin de bir gün yolunuz buralara düşer ve belki siz de Rick gibi karar vermek zorunda kalabilirsiniz. Ben gitmeyi seçiyorum bu gizemli, otantik büyüleyici ülkeden. Ama belki siz her türde serüvenin mümkün olduğu bu kırmızı ülkenin beyaz şehrinde kalmayı hayal edebilirsiniz…

Dipnot: Ülkeye geri döndükten sonra.

Evet, ganimetlerim! Öyle sıradan, karışık göründüklerine bakmayın. Hepsi çok özel. Kitaptan başlayalım, onu buradan alıp orada okumaya başlarım diye götürmüş ve dediğimi yapmıştım. Oradan ilk aldığım obje, şapkam. Menara'dan çok severek alıp kullandım. Sonra farklı noktalardan 4 adet magnetimiz var ki benim için en önemli onlar. Ve dillere destan argan yağımız. O mantar şeklindeki kiremit, ruj aslında. Gün boyu kalıcı. Essaouira’nın otantik sokaklarında dolaşırken duyduğum ezgiden etkilenip yine çok severek aldığım müzik cdsi; Arap müziği eşliğinde hasta muayene etmeyi planlıyorum. Marakeş'ten aldığım bu ürünlerin içinde en pahalı olan sevgili haritam. Gittiğim ülke için iyi bir delil olduğu için ücretine değer. Ve son olarak, Marakeş'ten Casablanka'ya giderken yolda satın almış olduğum o güzel Fas detayları içeren kitap ayracım. O siyah küçük küp şeklindeki detay ise amber sabunu, kokusu müthiş. Onu da Marakeş'ten benim için Baharım almıştı, dönüş yolunda bana hediye etti! Çok teşekkürler!


Son Yazılar

Hepsini Gör

6 Comments


bilsec
Nov 25, 2021

yine çok güzel bir gezi yaptık beraberce.. 😍

Like
dr.nuraycaliskan
dr.nuraycaliskan
Dec 08, 2021
Replying to

İşte bu en güzel geri dönüş 😊

Like

cemalustun1959
cemalustun1959
Oct 18, 2021

Günaydın Nuray hanım, sayenizde belkide hiçbir zaman yolumuzun düşmeyeceği Dünya,nın değişik coğrafyalarından bilgiler öğreniyoruz, anlatımınız, görselleriniz yerinde o kadar güzelki, yazınızı okurken adeta o ortamın atmosferine kendimizi kaptırıp sizinle birlikte o anları yaşıyoruz, çok teşekkürler bizleri bu imkanlardan faydalandırdığınız için, elinize, yüreğinize, kaleminize sağlık 🙏👏👏👏

Like
dr.nuraycaliskan
dr.nuraycaliskan
Oct 18, 2021
Replying to

Ne güzel bir geribildirim ✨ Çok teşekkür ederim Cemal Bey 👏🏻

Like

yukselserkan
Oct 16, 2021

Yine insanı alıp götüren bir yazı. Benim de görmeyi çok arzuladığım yerlerden bir tanesi, merakla okudum. Fotoğraflar her zamanki gibi muazzam. Acaba sizinle bir seyahat bize de nasip olur mu ki! 🤗

Like
dr.nuraycaliskan
dr.nuraycaliskan
Oct 16, 2021
Replying to

Çok teşekkür ederim bu güzel geri bildirim için 😊 Dünya küçük 🌎

Like
bottom of page