top of page
Ara
Yazarın fotoğrafınuray çalışkan

Gaziantep'e mi gitsek?

Evet, itiraf ediyorum Gaziantep’e tamamen yeme odaklı gidiyorum. Gurme bir gezi olacak bu seferki. Günlerce nerde, ne yiyebilirim diye birçok yazı okudum bu şehirle ilgili. Nesi meşhur? Neyi yemeden dönmemeliyim? Ya da hangi lezzet oraya has ve bir başka yerde bulabilmem zor? Gibi birçok kapalı uçlu sorumun cevabını, damak zevkime uygun olarak çözsem de sıra uygulamaya dökmekte. Ve yıllarca hayalini kurduğum ‘Sabah uçağa atlayıp Antep’e gideceksin, akşama kadar yiyip içip gezip akşam uçağı ile geri döneceksin!’ in gerçekleşme vakti geldi. Tek farkla akşama dönmeyip başka bir şehre devam edeceğim. Ama planın birinci kısmı tutuyor.

Kabul edelim ki bu bir Gurme Gezisi. Ve hedefteki listem şu şekilde:

1-) Beyran > Metanet Lokantası

2-) Katmer > Katmerci Zekeriya Usta

3-) Yuvalama > Aşina Gaziantep Mutfağı

4-) Baklava > Koçak Baklava

5-) Küşleme > Kebapçı Halil Usta

6-)Menengiç Kahvesi > Tahmis Kahvesi

Hadi amaaa liste sadece yemekten ibaret olamaz. Di mi? Bir de görülmesi gereken yerleri not düşüyorum kendimce:

1-) Antep Kalesi

2-) Bakırcılar Çarşısı

3-) Hamam Müzesi

4-) Panaroma Müzesi

5-) Mutfak Müzesi

6-) Zeugma Müzesi

Kafamdaki plan şu; bir yemek, bir gezmek… Tabi evdeki hesap çarşıya uyarsa! Ve bir cuma sabahı en erken uçağa alınmış biletimle havaalanında yerimi alıyorum. Allahım, nasıl da heyecanlıyım! Her gezi öncesi ‘Bu sefer az ye!’ diye kendimi uyardığım cümle yerine ‘Hepsini mideme nasıl sığdıracağım?’ kaygısı taşımak inanılmaz keyifli. Tek endişem, öğleye doğru bittiğini öğrendiğim Beyran ile kahvaltıya yetişmek. O yüzden evde kahvaltı bile etmedim ki midemde yer olsun. Evet bütün rutinler gerçekleşiyor, uçuş, havaalanı, transfer derken Gazinatep’teyim! Çok sıcak olması ile ünlü şehir, yağmurlu karşılıyor beni. Daha öncesinde küçük bir araştırmanın sonunda bulduğum otelime doğru, bir elimde kırmızı bavulum bir elimde mor şemsiyem ile yol alıyorum. Ali Bey Konağı’nı, Antep Kalesinin dibinde ve her yere yakın olmasından ötürü seçmiştim.

Ama odama geçip de o soğuk havaya rağmen taş konaktaki sıcaklığı, nostaljik dekoru ve temizliği görünce doğru bir karar verdiğimi düşünüyorum tekrar. Üstelik ertesi sabahki kahvaltıdan bihaberim o zaman.

Bavulumu bıraktığım gibi koşarcasına bakırcılar çarşının diğer ucundaki Metanet Lokantasının yolunu tutuyorum. Daracık sokaklardan geçip de lokantanın önüne geldiğimde camdaki buğu ve süzülen damlalardan içerdeki insanların, iştahla önlerindeki çorbaları kaşıkladıklarını görüyorum göz ucuyla. Kapıyı açıp içeri girdiğimde ise bir sıcaklık, mis gibi baharat ve kızgın tereyağı kokusu karşılıyor beni. Veee listemizin başındaki ilk siparişim önümde, başlamaya hazırım.

Bol kuzu etli, iç yağlı, pirinçli, tam olarak çorba olup olmadığını bilemediğim bu sıcacık Beyran denen şey benim gönlümü kazanıyor. Tarifi de öğrendiğim kadarıyla şöyle. Önce tabağın dibine bonkörce iç yağı ve sade yağ çalınıyor. Sonra tabağa kuzu incik didiklenip, pirinç ekleniyor. Üzerine de et suyu ekleyip, tabak ateşe konulur. Azıcık beraber haşlayıp, üzerine tereyağı (yine!) ve pul biber eklenir. Her damağa hitap etmese de benden tam puan alıyor.

Sırada kahvaltının üstüne önce bir kahve sonra da tatlı yemek var. Kahve denince Antep’te ilk akla gelen Tahmis Kahvesi zaten. Neyse ki o da yolumun üstünde. İçeri girip kocaman, renkli pencerenin önünde bir yer seçiyorum kendime.

Gelen kahve de hem sunumuyla hem tadıyla gönlümü şenlendiriyor.

Tatlı zamanııııı. Yine teknoloji sağ olsun, dijital haritalar sayesinde Katmerci Zekeriya Usta’nın yerini de kolayca buluyorum. Bakıldığında minicik derme çatma bir yer burası. Daracık alanda küçücük tabureye oturup katmerimi bekliyorum. Ve gelen şey katmerse ben daha önce hiç katmer yememişim.

Arkasını gösterecek kadar incecik baklava yufkasının içine tereyağı sürülüp bolca çekilmiş Antep fıstığı, şeker ve saf kaymak konularak yapılmış bu sanat eseri, burada kahvaltı niyetine yeniliyor. Piştikten sonra da çıtır çıtır kalori ve tatlı bombası bir lezzet çıkıyor ortaya. Tadı her ne kadar harika olsa da hafif bir lezzet olmadığını söylemem lazım. Yanında sütle ikram edilen bu, bir kişilik porsiyonu bitirmeye niyet etsem de ancak yarısını yiyebiliyorum. Asla unutamayacağım ve tekrar yemek için can atacağım bir lezzet ile ayrılıyorum.

E bu kadar yemek yedik biraz eritme vakti. Antep’e kadar gelip Bakırcılar Çarşısı gezilmez mi?

Bu çarşı, Gaziantep’in en ünlü çarşısı. Adını orada satılan bakır eşyalardan almış. Zaten bakır işçiliği Gaziantep’in en eski mesleklerinden. Hatta bir el sanatı demek lazım. Bu yüzden Gaziantep’te her köşe başında bakır sahanlar, çaydanlıklar, cezveler, bardaklar işleyen ustalar görülebilirsiniz.

Ben çarşının içinde hangi sahanı alayım diye düşüne düşüne çarşıdan çıkmış kale dibine gelmiş bulunca kendimi yönümü kaleyi gezmeye çeviriyorum elbette.

Antep’in tam merkezinde bulunan kalenin kaç yıllık olduğu tam bilinmese de geçmişi Roma dönemine kadar dayanıyor. Bense böyle eski taş mimariden çok etkilendiğim için ağır ağır çıkıyorum merdivenleri. Şu an hiç bilmediğimiz, hiçbir zaman da öğrenemeyeceğimiz birçok insanın aşındırdığı bu merdivenleri bir kez de ben eskitiyorum.

Millî mücadelede önemli rolü olan bu yapının heybeti hoşuma gidiyor.

Hele içine girip de Kahramanlık Panaroma Müzesinin burada olduğunu öğrenince ayrı bir mutlu oluyorum.

Özenle dizayn edilmiş bu müzede resimler, maketler ve heykeller yer alıyor.

Loş bir aydınlatması olan bu etkileyici yerde savaş yıllarını anlatan kahramanlık videosu şahane. Gidilirse mutlaka izlenilmesi gerekenlerden. Elbette biraz tarih, biraz yeni bir bilgi öğrenince acayip keyifli hissediyorum.

Bu keyifle kaleye birkaç adım uzaklıktaki Hamam Müzesini geziyorum.

Sabun kokulu bu yer, ister istemez yine çocukluğuma götürüyor beni. Osmanlı hamam kültürünün sergilendiği bu müzede, soğukluk, ılıklık, sıcaklık gibi bölümler ve hamam araç – gereçleri ile balmumu maketlerle canlandırılan hamam geleneklerini görüyorum. Beni en çok etkileyense lohusa bölümü, mikve havuzu ve Şamşırak geleneği. Bu gelenek, tarçın, şeker, pembe şeker boyasından yapılıp içine misk, gül ve amber eklenen şamşırak suyunun, evliliğinde mutlu bir kadın tarafından, sıcaklıktan ılıklığa geçerken yeni gelinin başından aşağıya dökülmesidir. İnanışa göre böylece gelin, kocasının nazarında hoş sohbet ve değerli kılınacaktır. Kimi, ne değerli kılar bilmiyorum ama bu kadar güzel ve tatlı kokulu suya bulanınca mutlaka hoş olacaktır.

Mikve havuzu ise Musevilerin manevi arınmaya ihtiyaç duydukları durumlarda lohusa, gelin ve güvey hamamlarında, hanımların özel günlerinin bitiminde dalıp çıktıkları saf sudan oluşan bir havuz. En önemli özelliği ise içindeki suyun durağan olmaması ve sürekli temizlenmesidir. Yine farklı bilgilerle, gülümseyerek Emine Göğüş Mutfak Müzesini de geçiyorum.

Ah o duvardaki ahşap tabaklık, alüminyum tabak çanak ve tencereler, bir de o kara kazanlar…

Bu mutfaklarda büyümüş çocukların hatıraları daha zengindir bana göre. Yemek kültürleri daha çeşitli ve hatta koku duyuları bile daha gelişmiştir. Ah güzel anneannem gelir aklıma. Bu tepsilerde, maşingada yaptığı börekler. En çok da kabak böreği çıkmaz aklımdan. Neyse ki hala hayatta ve gidip hem ziyaret etmeli hem de yemekler yemeli elinden ilk fırsatta.

Yemek demişken, üç yedik beş gezdik 😊 E dolayısıyla yine acıkıyorum. Hiç öyle ne yesem diye düşünmüyorum, tarif belli. İçine pirinç, irmik, kıyma ve baharat karışımından yapılan minik köfteler konan bir yemek; sosunda ise yoğurt, nane ve nohut var. Üstüne de zeytinyağı + tereyağı karışımında kavrulmuş nane sos konduysa tadından yenmez!

Tabi ki Yuvalama! Aslında bu yemek, bayramdı, düğündü gibi büyük kalabalıkları doyurmanın gerektiği zamanlar için icat edilmiş, içinde parça kuzu eti, bezelye büyüklüğünde hamur topları ve nohudun olduğu bir nevi yoğurt çorbası. Ama Gaziantepliler bu tarz sulu yemeklerine çorba denmesine inanılmaz bozuluyorlar. O yüzden Yuvalama demeyi tercih ediyorum ben de.

Ve gerçekten acayip lezzetli olduğunu kabul ediyorum. Karnım doyduysa bir dilim baklava fena olmaz ha?

İşte bu baklava konusu çok hassas. Nerede güzeldir, nasıl yenir, sesi nasıl olmalıdır tartışmasında kavga çıkartan cinsten. O yüzden daha bir itinayla yaklaşmak lazım. Dünyadaki neredeyse hiçbir tatlıya benzemeyişiyle adeta bir milli gururdur bizim için. Hatta Yunanistan’daki adaşını tadınca “Amaan bu da baklava mı?” demeyen Türk bizden değildir. Baklava dediğin çıtır çıtır, bol fıstıklı olmalı, tadı damakta, mutluluğu akılda kalmalı. Sesi, şerbeti, hamuru şöyle olmalıdır konusu, adama kılıç kalkan kuşatsa da en iyi baklavanın Gaziantep’te yeneceği konusunda herkes hemfikir.

Gaziantep’ten dünyaya yayılmış milli tatlımız. Komşu ülkelerde süren, senindi, benimdi kavgasından sonra nihayet AB Komisyonu tarafından 2013 yılında baklava bir Türk tatlısı olarak tescil edilmiş ve bizi gurulandırmıştır.

Her ne kadar bu milli tatlımızı Güllüoğlu icat etmiş olup tarihi dükkânı hala hizmet veriyor olsa da el elden üstündür misali zamanla yenileri açılıp ün kazanmaya başlamış. Bu konuda İmam Çağdaş almış başını yürümüş. Hem kebap hem baklava çeşitleri konusunda Gazianteplilerin ilk tercihi olmuş. Derken Koçak Baklava, bu sıralamanın şeklini değiştirmeyi başarmış. İlklerde sadece turistler tarafından tercih edilse de zamanla Anteplilerin de ilgisini çekmeyi başarmış. Bunca ön bilgiden sonra Koçak’ın en sevilen ürünleri özel şöbiyeti, özel kare baklavası bir de fıstıklı kurabiyesini sipariş ediyorum.

Gelen tabağın görüntüsü bile zihnime kazınacak cinsten! Hele tadı… Ağzıma attığım bu sanat eserini sessizce yaşamak istiyorum birkaç dakika. Çıtır çıtır, bol tereyağlı, şerbeti tam kıvamında. Nasıl denir, şey… Tam olarak baklava ile bir aşk yaşıyorum. Ahh nasıl unuturum şimdi ben seni? Sırf senin için gelinmez tekrar bu şehre?

Yüreğimde hem bir kavuşma sevinci hem de ayrılık acısı ile düşüyorum tekrar yola. İşte en büyük hatayı burada yapıyorum. Karnım tok, hava karanlık olsa da aklımda son bir yer. Kapanmadan yetişme çabası. Açıp haritaya bakıyorum, yirmi dakikalık yürüme mesafesi görünüyor. Taksiye binsem mi derken, yok yok yediklerimi eritmiş olurum hem gidene kadar, en iyisi yürüyeyim. Ama işte bilemezdim tabi Kebapçı Halil Usta’ya giden yolun otoyoldan geçtiğini, yağmur yağacağını, akşamın alaca karanlığında anlamsızca her otomobilin beni almak için duracağını ve lokantanın kenar bir mahallede olduğunu. Kâbus gibi bir yolculuğun sonunda, kapanmasına ramak kala yetişiyorum hedefime. Şimdi aklımda tek soru? Ya bittiyse… Neyse ki çalışanlar çok ilgili ve nazik insanlar. Önce şemsiyemi bırakıp sıcak bir köşe bulup oturunca, o geliş sebebim olan küşlemenin bitmediğini de öğrenince benden iyisi yok.

Önüme gelen servise uzunca baktıktan sonra yavaşça ısırdığım o leziz et yumuşacık ve tadı şahane. Yok böyle bir lezzet. Yanında gelen salata, ayran ve sıcacık pide… Muhteşem…

Ağır ağır yiyorum yemeğimi. Zira bugünkü dozu çoktan aşmış ama yine de mideme sığdırmaya çalıştığım için zorlanıyorum bitirmekte. Amaann bu da böyle olsun. Tadına baktım ya o bana yeter deyip tutuyorum konağımın yolunu. Öyle bu sefer yürümek yok. En kestirme yoldan bir taksiyle odamda alıyorum soluğu. Ancak içine sığıdırabildiklerimi sindirmekte zorlanan mideme ben de yardımcı olmak için epey üşüdüğüm, ıslandığım, yorulduğum bugünün sonunda sıcak duşun altına bırakıyorum kendimi. Ve ardından tatlı bir uyku çekip uyurken öğütmüş olan midemin boş ve rahat hali ile uyanıyorum; elbette yine mis gibi kahvaltıya.

Dediğim gibi Ali Bey konağı benim için şahane bir seçim olmuş. Sıcaklığına bayıldığım bu yerin kahvaltısı da yöreye özgü ev yapımı ürünlerle dolu. Tabi ki katmer de var. Hem de bol fıstıklı, kaymaklı ve sıcacık.

Artık son hedef Zeugma Mozaik Müzesi. Buraya kadar okumayı başarabildiyseniz bunu atlamayın derim. Hakkında çok az bilgi ile geldiğim bu müzenin öncelikle devasa halini görünce ‘Nasıl ya burada bu kadar ne var ki?’ diye düşünüyorum.

Fakat içeri girip de o 2000 yıllık tek tek işlenmiş sanat eserlerini görünce vazgeçiyorum bu sorumdan.

M.Ö. 300 lü yıllarda Büyük İskender tarafından kurulan şehir 250 yıl sonra Romalıların eline geçiyor. Ve köprü anlamına gelen Zeugma ismi veriliyor.

Günümüzde de bu Zeugma Antik Kenti adıyla anılan şehirden getirilen bu mozaikler de işte bu müzede sergileniyor. Ama asıl ilginç olan ve epey sabır gerektiren mevzu şu; nasıl olur da nehir kenarından tek tek minik minik toplanmış taşlar, envai çeşit kök boyaları ile renklendirilip böylesine güzel resimler ortaya çıkıyor?

Üç boyutlu, canlılarmışçasına. Hatta bir yerde kıyafetin transparan olduğu bile işlenmiş. Aklım almıyor bu emeği. Daha çok mitolojinin hakim olduğu eserlerin her biri hayranlık uyandırıcı.

Altlarında açıklamaları olan tarihi yapıtlardan oluşan bu müze şehrinde, aslında bir tam gün geçirilebilir.

Ama benim vaktim kısıtlı olduğundan ve en çok da dünyaca ünlü Çingene Kız mozaiğini merak ettiğimden elimden geldiğince diğerlerini hızlı okuyup inceleyip ikinci kattaki karanlık odaya geliyorum.

Zarar görmesin diye burada korunan bu zarif işçiliği de şaşkınlıkla seyredip sadece yemeği ile ünlü olduğunu düşündüğüm bu şehre bir kez daha hayran oluyorum. Meğerse dünyanın en büyük ikinci mozaik müzesine de sahipmiş ve üstelik antik bir şehre. Birinci müze Hatay’da. Bu da buraya not, sıradaki geziler arasında yer alacak. Çok eğlendiğim, değişik lezzetler tattığım bu kültür mirası şehirden inanılmaz etkilenmiş bir şekilde ayrılıyorum. Demek böylesi tarihi bir kent de varmış ve izlerini koruyabilmiş. Üstelik günümüzde yapımı zor olan sanat eserleri ile dolu. Ya bu şahane… Ve çok gurur verici. Ah Anadolu… diyorum tekrar. Sen nasıl güzelsin! Nasıl bir hazinesin böyle; gez gez, oku oku bitmeyen… Sana daha çok dokunabilmek ümidiyle bir başka şehrinde buluşmak üzere…

Son Yazılar

Hepsini Gör

2 commentaires


huser1962
huser1962
24 avr. 2021

Ne güzel yazmışsın, baklava tadında. Çok merak ettiğim ve hep gitmek istediğim bu güzel şehri, yazını okuyunca biran önce gezip görmek istiyorum. Pendemi bitince ilk gideceğim yer olacak. Gezip göreceğim, yiyip içeceğim yerler için bana rehber olacak bu yazın. Çok teşekkürler Nuray...

J'aime
dr.nuraycaliskan
dr.nuraycaliskan
24 avr. 2021
En réponse à

Tam olarak bu amaçla yazdım bu yazıyı. Kısa zamanda görülmesi gereken yerler ve yenilmesi gereken lezzetler için ☺️ Beğenmenize sevindim

J'aime
bottom of page