Uzunnn, çok uzun zamandır evden dışarıya adımımı atmamıştım. Kendimi hapsettiğim bu dünyanın dışına çıkmak, demir parmaklıkları bükerek genişletmek istiyordum. Belki de öyle biraz nefes alabilirdim. Evet önümüz kıştı, evet aralık ayındaydık; soğuklar kapıda, kar yağdı yağacaktı... Ama ben bütün yıl içimde hapsettiğim seyahat tutkumu daha fazla zincirleyemeyecektim. Hiç olmazsa... ile başlayan cümleyi; memleketime gideyim ile tamamladım ve çok da uzak olmayan Sofya'ya uçak bileti aldım. Evet düşündüğümüzde çok yakın, hatta burnumuzun dibi ve belki uçakla gitmeye değmeyebilirdi de... Ama ben evime çok uzak olan İstanbul Havalimanı’ndan bilet alıp çoktan çıkmıştım bile yola.
Tam olarak bu düşünceyle anılarımı hatırlayıp heyecanlanırken, geçmiş üç yılın ardından Plovdiv terminalinde Sofya'ya olan otobüs biletime bakarak gülümsüyorum.
Eski anılar canlanıyor gözümde. Tıpkı şu an hissettiğim gibi hissediyordum o zaman da. Nefessiz kalmış, bir kapana kısılmış ya da karanlık bir odaya kilitlenmiş gibi. Biraz olsun yol almazsam dünyanın farklı güzelliklerine, keşfetmezsem yeni yerler, kültürler zevk alamıyordum yaşamaktan. Yolda olma hali idi beni ayakta tutan, enerjimi yükselten, gözlerimi parlatan. Ruhumu özgürleştiren neşemin kaynağı, menzili çok önemli olmasa da yolun kendisiydi. Yüreğimi, sevinçlerimi, hayallerimi böyle yolculuklarda buldum ben. Sımsıkı tuttum ve peşinden gittim. İşte böyle bir yol hikayesiydi ilk kez gittiğim Sofya seyahati. İstanbul’dan uçakla geldiğim Bulgaristan’ın başkentinde kuzenim karşılamıştı beni. Kısa bir hoş beşin ardından nasıl da sıralamıştım gitmek istediğim yerleri. Önce Aleksandr Nevski Katedrali demiştim heyecanla. Yapımı 30 yıl süren, altın kaplamalı kubbeleri ve Rusya’dan getirtilen zilleri ile Sofya’nın birinci turistik noktasını hemen görmek istiyordum. Ne soğuk umurumdaydı ne de ilerlemiş zaman. Nasıl da merak ediyordum. Şimdi elimde tuttuğum bu bilete baktıkça gülümsüyorum tekrar.
Topuklu çizme ile eksi derecelerde olan hava şartlarına aldırmadan yürümüş ve asla atlamadığım fotoğraf olayını da halletmiştim.
Hatta daha fazlasını yapmış içeriye girerek mum yakıp dua etmiştim. Dileğim genel şeylerdi aslında; sağlık, huzur, mutluluk!
Yani dilemenin, dua etmenin, istemenin şekli yoktu bana göre. İnsan her yerde kalbinden geçeni yaratıcıya iletebilirdi. Belki fizikî koşullara da gerek yoktu; kalplerimiz Allah'ın evi değil miydi zaten, şah damarımız kadar yakın değil miydi bize varlığı? Böyle manevi duygularla dolmuşken huşu içinde, Din Tarihi Müzesini de gezmiş, inanç olgusunun gelişimini izlemiştim. Katedralin hemen altındaki bu müze görülmeye değer yerlerden.
Sanatın her dalına aşık, resim, heykel, müzik, edebiyat adı her ne olursa olsun tüm çeşitlerine hayran biri olarak bu müzeyi beğenmemiş olmam imkansızdı zaten. Gün batmadan bir Noel pazarı'nın sıcak şarabına yetişmek de fena olmazdı hani. Malinovo yani ahududulusu mükemmel bir tat bırakıyor insanın damağında.
Maneviyat ile ilgili huzuru hissetmiş, sanatla ruhumu, şarapla da midemi besledikten sonra o akşam eve dönerken hiç de yol yorgunu hissetmiyordum. Sadece coğrafî bir yolculuk değildi benimkisi, tarihî bir yolculuktu aynı zamanda. İnsanlığın gelişime tanıklık ya da belki de yeteneklerimizi teknolojiye bırakmanın şahitliğiydi.
Ertesi gün İvan Vazov tiyatro binasının önünde durduğumda yine aynı duyguları hissediyordum.
Gerek teknoloji gerek kara ekranlar gerekse salgın hastalıklar bizi hem birbirimizden uzaklaştırmıştı, hem de sanattan ve kabiliyetlerimizden...
Buna çok takılıp üzülmeme kararı alarak biraz daha Noel pazarını gezip evdeki Noel ağacım için süslü bir yılbaşı topu alıyorum. Mor renkteki süsümü her sene takarken o günleri hatırlıyorum.
Karda çekilmiş bir selfie ile veda etmiştim o zamanki Sofya gezime...
Şimdi ise üç yıl aradan sonra özlediğim yere doğru yol almak için bekliyorum. Yine uzun süre evlere, binalara, yalnızlığımıza hapsolmamızın bir isyanıydı bu iki günlük Sofya çıkartması. Bu sefer öncekinden farklı bir yere gitmek var planımda. 29 Ekim Cumhuriyet bayramı dolayısıyla kıymetli Atamın çok sevdiği, iki kez babasından istediği Bulgar sevgilisi merhum Dimitrina Kovaçeva'nın mezarını ziyaret etmek.
1892-1966 yılları arasında yaşamış sevgili Miti'nin kabrini aramak pek kolay olmuyor. Koca şehrin mezarlığında yardım da alarak zaman alıyor onu bulmak. Zar zor ulaştığımızda ise Atamızın adına gül bırakırken aklımdan geçen tam olarak şuydu: 'Senin sevdiğin, bizim de sevdiğimizdir!'
Hristiyan ve Bulgar bir kadının mezarı başında Arapça ve İslami bir dua okumak paradoksun ta kendisiydi. Ama hep dediğim gibi dua etmenin dili yoktur, şekli yoktur... Ben ellerimi açmış dua ederken başkaları da gelip haç çıkarıyordu. Ellerimi yüzüme çalarken de yakınım olup olmadığını ya da tanıyıp tanımadığımı sordular bu yabancı insanlar. Hiç tanımadığımı söyleyince de onlar duygulandı bu sefer. Öylece karşılıklı duygulandık. Tanımadığım bir insana, bilmediğim topraklarda dua ediyordum.
Ölüm meleği insan ayırmıyor, din ayırmıyor, herkesi kucaklıyor ve sessiz sarayına götürüyor. Bölünmeler, ayrışmalar yer yüzünde, yer altında değil. Güneş hepimizi aydınlatıyor, ay hepimize görünüyor. Ama biz farklı olduğumuzu iddia ediyoruz. Garip...
Bir türlü yön veremediğim ve alıp başını giden bu düşüncelerimle şehrin simgesi Sofia Heykeli önünde dikilirken geçen sefer çok istememe ve bilet ayarlamama rağmen gidemediğim Senfoni Orkestrası Konseri bu sefer de mümkün görünmüyor bu yasakların varlığında.
Biraz ilerleyince de Adalet Sarayını görüyorum.
Önünde adaleti ve gücü simgeleyen aslan heykelleri karşılıyor beni. Bu figür Bulgarlar için çok önemli. Öyle ki 'Lıv' yani anlamı 'aslan' olan kelime evrilip para birimleri Leva olmuş. Üstelik bayrağının bir köşesine de aslan figürü bulunuyor. Böylesi bir öneme sahip onlar için bu güçlü hayvan motifi. Vitoşa caddesinde ilerlerken güneşli günün keyfini çıkarırcasına ağırdan alıyorum adımlarımı. Caddenin bir ucunda Aleksandr Nevski Katedrali bir ucunda Vitoşa dağı. İkisi arasında uzayıp giden şık kafe, restoran ve butiklerin sıralandığı geniş alan, Sofya‘nın en kalabalık caddesi.
Nasıl da keyifli bir his, hiç acelem olmadan alelade yürümesi, güneşe doğru yüzümü çevirip gayri ihtiyari gülümsemesi, dağın caddeye ulaşmış temiz havasını ciğerlerime çekmesi...
Nasıl, nasıl güzel oluyor böyle tembellik etmesi! Tam da böyle avare avare dolaşırken acıkan karnıma kulak kabartıyorum. Adının Felafel olduğunu öğrendiğim, nohuttan yapılan bu yeni tat, sarımsaklı sos ile birleşince enfes oluyor. Sanırım bir dahaki ziyaretlerimde atlayamayacağım bir lezzet.
Ve dönüşte ulusal meclisin önünden geçiyorum bilerek. Bir zamanlar tepesindeki büyük yıldız kaldırılıp onu yerine Bulgaristan bayrağı konulan bu yapı yasama organı aslında.
240 üyeden oluşan meclis 1879 yılından beri hizmet veriyor. Aynı yerde üç yıl önceki sevimli halimi hatırlıyorum ister istemez.
Şimdiki sonbahar renkleri daha mı çekici ne? Sarı ve kırmızının tonları bir başka alımlı. Her ne kadar beyaz kışa aşık olsam da rengarenk sonbahar bir başka süslüyor şehirleri, olduğundan da güzel gösteriyor, ısıtıyor, renklendiriyor... Olağanüstü güzellikler çıkartıyor ortaya!
Bu ılık sonbahar akşamında, kabir ziyareti ve Vitoşa gezisinden sonra çok sevdiğim arkadaşım ile bir kutlamayı hak ettik diye düşünüyorum. İkimiz de şarabın farklı tonlarını sevince kendimize küçük birer şişe söylüyoruz.
Laf lafı açıyor, sohbet giderek koyulaşıyor... Bir zamanlar memleketim olan bu uzak yerlerde sıcak bir dost sohbeti öyle iyi geliyor ki.. Hele de çocukluğumun tadı olan, annemi hatırlatan, onun bana sık sık yaptığı, benim de çok sevdiğim krem karamel tatlısını görünce çılgına dönüyorum sevinçten! Hep birlikte tadına bakarız diye ısmarladığımız tatlıdan ben kimseye fırsat vermeden bitiriyorum hepsini.
Hafif çakır keyif evimize doğru yürürken, ağzımda çocukluğumun tadı, gönlümde Atam'ın huzuru, gözlerimde sonbahar, dilimizde şarkılar, burnumda ise memleket özlemi...
Artık memleket neresi ise?
Buradayken orayı...
Oradayken de burayı özlüyorum...
YanıtlaYönlendir
Kıymetli Nuray hanım, doğduğuz topraklara olan özleminizi bir nebze olsun giderebilmek için yapmış olduğunuz yolculuğunuza adeta bizide dahil etmişsin gibi hissettik kendimizi,gezdiğiniz yerleri, yaşadığınız heyecanları, özendirici, anlaşılır, akıcı ve net ifadelerle bize yansıtmanız oldukça başarılı, yaptığınız her işe karşı olan ciddiyetiniz ve azminizden dolayı sizi kutluyorum, yürüdüğünüz, yürüyeceğiniz yolunuz daima açık olsun 🙏🙏👏👏👏