top of page
Ara
Yazarın fotoğrafınuray çalışkan

TEK BAŞINA MOTORLA THASSOS

“Nasıl ya? Benim ne işim var burada? Çılgınlık bu! Tek başıma kalkmış nereye geldim ve nereye gidiyorum?”

Tam olarak bu düşünceler geçiyordu aklımdan pür dikkat önüme bakıp motosikletimi kullanırken. En uzak noktaya kadar tüm yolu tarayıp ciddi bir yüz ifadesi ile ellerim gaz ve debriyaj arasında gidip gelirken ayaklarım da fren ve vites arasında mekik dokuyordu. Gerçi böyle ifade etmek epey yanlış olur. Çünkü dakikalardır kimseyi görmediğim bu geniş otobanda ne frene ne debriyaja ne de vitese dokunma ihtiyacı hissetmiştim. Sıcaktan erimiş uzaktan da göl görüntüsü veren bu yapışkan siyah asfaltta son gaz gidiyordum.

İşte tam olarak bu anda gelmişti o düşünceler…

Neredeyim? Yunanistan’da.

Nereye gidiyorum? Thassos adasına…

Kiminle? Tek başıma!

İşte tam da beni korkutan ve adrenalin yaşatan konu bu. Başıma herhangi bir aksilik ya da kaza gelse yanımda ne yardım edebilecek ne de birilerine haber verebilecek biri var. 

Ama olayı çekici kılan da bu ya…

Risk!

Bilinmezlik…

Adrenalin…

Aksiyon…

Heyecan…

Ehhh biraz da gurur ve merak!

Ama asıl defalarca günübirlik geldiğim ve çok sevdiğim Thassos adasına tek başıma motorla gidiyor olmak, paha biçilmez. Bu benim Freya ile ilk yurt dışı seyahatim. ‘Freya kim?’ diye sormazsınız sanırım.

Saat öğleni çoktan geçmiş ikindi sıcağı iyiden iyiye kendini belli ediyordu. Şu an tek isteğim güneş batmadan otelime ulaşıp hiç olmazsa günün son ışıklarında denize girebilmek. Haritamı ve rotamı tekrar kontrol ediyorum. Keramoti’ye son yarım saat. Hadi son bir gayret diyorum. Yoruldun biliyorum. Sabah erken saatlerde Çanakkale’nin Çan ilçesinden çıktın yola.

Köprüydü, huduttu derken epey zaman; güneşin altında beklemek bile yıpratıyor insanı. Hele ki bu kalın bot ve montla. Ama gözümün önünde o bembeyaz kumsal ve tertemiz deniz hayali ayakta tutuyor beni.

Nihayet işte Keramoti’deyim. Saat 18:00 feribotuna yetişiyorum. Freya için 6, benim için 5 Euro ödediğim biletlerden sonra 90 dakikalık deniz yolculuğumuz başlıyor. Suyun üzerinde köpük köpük beyazlıkları izlerken martılar eşlik ediyor seyrime. O kadar yakın uçuyorlar ki dokunacak gibi oluyorum.

 Zaman nasıl geçmiş anlamadan adanın limanında buluyorum kendimi. Çıkan araba dizisine katılıp otelime doğru sürüyorum. 16 Km uzaklıkta benim kalacağım otelim. Tek şerit kıvrak yolda ilerlerken deniz tarafındaki çam ağaçlarının arasından kızıl güneşi görmek huzur veriyor bana. Bir yandan da zamanımın daraldığını hissettiriyor.

  Çok sürmüyor kalacağım yer olan Prinos’a varmam ve odamı bulmam. Öyle pratik ki üstelik. Freya’yı park ettiğim hemen dibindeki bir oda. Tatil boyunca kolaylık sağlayacağı besbelli.

  Çok eşyam olmadığından kolay oluyor bulup giymek bikinilerimi ve işte kumların üzerinde yürüyorum.

Elimde buz gibi biram üzerimde günün yorgunluğu değil hafifliği, yumuşak dalga sesleri eşliğinde ıssız sahilde gün batımını keyifle izliyorum. Afrodit Beach’te tam da Afrodit misali bu haz ve mutlulukla bırakıyorum kendimi Ege’nin serin sularına. Daha sonrasında ise uykunun tatlı kucağına.

Ertesi sabah tabi ki her gün olduğu gibi erken saatlerde uyanıp günün hazırlığı ve planını yapıyorum. Adada birçok plaj var. Aslında gelirken bir plajda tüm günü geçirip keyif yaparım diyordum da buraya gelince işler değişiyor. Şimdi tüm plajları görüp değerlendirip bir dahaki sefere sevdiklerimde takılmak üzere bir ön araştırma yapayım diyorum.

  Bana en yakın ve üstelik en meşhur plajdan başlama kararı alıyorum. La Scala Beach. Olduğum yere 15 dk mesafede. O zaman ne duruyoruz? Hadi başlayalım, daha gidecek çok plaj var…

  Ana yola çok yakın olan bu özel plaj işletmesinin otoparkı epey geniş. Girişte, adadaki hatta Yunanistan’daki tüm beachlerde olduğu gibi ücret alınmıyor. Tabi belli miktarlarda yeme içme karşılığında. Kaldı ki biz giriş ücreti de vermiş olsak zaten benzer ürünleri yiyip üstüne bir de onları ödüyoruz ülkemizde. Dolayısıyla bir restorana gitmiş gibi girip aynı zamanda kumsalını, şezlongunu, duşunu ve WC’sini ücretsiz kullanmış oluyoruz. Bu fikri hep çok sevmişimdir. Thassos’a her geldiğimde bu uygulama beni hep çok mutlu eder.

  Şimdi gelelim La Scala Beach’e; yanlarda ve arkalarda olan şezlonglar 10 Euro, önler 20, localar (ki buralar kalabalık gruplar için) 100 Euro sipariş bekleniyor. Henüz kahvaltı etmemiş ben, bir tost, bir kahve, bir su ve birayla zaten 20 Euro’nun üzerine çıkmış oluyorum. Bu matematiksel hesaplardan bahsetmekten çok hoşlanmasam da bu yazının ileride, geriye dönüp baktığımızda artmamış fiyatları görmek için iyi bir delil olacağını düşünüyorum.

  Bütçeme sarsmayan ve cebimi soyulmuş gibi hissetmediğim bu, beyaz kumsalı, berrak denizi olan yerde epey vakit geçiriyorum. Hele arkada tropikal havuz ve çalan tekno müzikler beni benden alıyor.

Buradan çıkıp başka plajlara gidesim yok, o derece. Ama merak da ediyorum.

 Saate bakıyorum 15:00’ı geçmiş. Telefonumun şarjını kontrol edip hazırlanıyorum. Sıradaki plaj Carnagio Beach.

 Aslında bu plaj, feribottan indiğimiz limanın hemen ilerisinde. Kısmen şehrin içinde bile sayılır. Ama mavi bayrak almış ve gidip gördüğümde bembeyaz çakıl zemin ile berrak suyun birleşimine inanamadım. La Scala Beach'in tersine sessiz sakin bir yer. Kalabalık da değil üstelik. Daha çok dinlenmelik, kitap okumalık huzurlu bir yer.

Bundan sonra yönümü bugünkü 3., ama geldiğimden beri 4.plaj olan Golden Beach’e çeviriyorum. Yine tek şerit bol virajlı çam ağaçları ile kaplı yolda güle oynaya ilerleyip nihayetinde bir yerleşim alanın bittiği noktada motorumu park ediyorum. Bundan sonra yürüyerek 50 metre kadar gidip geniş ve muazzam altınımsı kumsalı ve yine açık mavi tertemiz denizi olan bir sahil. Aslında Türkiye’deki İztuzu plajına benziyor.

Çok açım ve şarjım yok. Otel işletmesinin çalışanına telefonumu emanet edip içinde et olan tek şey olduğu için hamburger ve bira söylüyorum. Bir de soğuk su lütfen. Onlar gelene kadarsa ben çoktan denize atlayıp metrelerce yüzüyorum. Zira giriş sığı olduğu için ilerlemek gerekiyor. Hafif hafif dalga olması ise rahatsız etmek şöyle dursun hoşuma bile gidiyor.

  Tam denizin ortasındayken şezlonguma gelen siparişleri görüyorum. Bir de meraklı gözlerle denizi tarayan garsonu. El sallıyorum ve geliyorum diyorum. Ama gördüğünden çok emin değilim. Nasıl hızlı çıktıysam hamburger de sıcak bira da buz gibi. Ohh be… Pek bir keyifle yiyorum. Sonra da uzanıp dinleniyorum biraz. Telefonumun şarjı olmadan yol haritamı bulamayacağım için onu bekliyorum.

  Bu esnada Yunan iki gençle laflıyoruz. Değil kadın olarak motorla tek başına birini, bir erkeği de tek görmediklerini iddia ediyorlar Thassos için. Genelde grup olarak gelinirmiş. Tek motor gelenler de çift olurmuş üzerinde. Canım sıkılmıyormuş mu? Efenim sıkıldıysam akşamları beraber eğlenebilirmişiz de… De de de… Sıkılmıyorum diyorum. Bilakis çok eğleniyorum. Zira yalnız olduğumu bile hissetmiyorum. Kaldı ki sıkılmaya vaktim bile olmuyor. Zaman yetmiyor bana. Hey yavrum hey! Sıkılmakmış… Peh…

 Şarjım doldu mu benim? Dolmasa da gelsin telefonum. Acelem var artık. Gitmeliyim. 😊

Telefonumu alıp hızlıca uzaklaşıyorum buradan. Güzel plaj vesselam. Vaktim olsa kalırdım! Ha ha ha…

Bugünkü son hedef Paradise Beach. Yine adanın etrafını dolaşa dolaşa, kıvrıla kıvrıla ilerliyorum motorumla.  Bir de ne göreyim? Önümdeki haritada hedef arkada kaldı diyor. Nasıl yani? Yanından geçtim de ben mi görmedim?

  Derken geri dönüyorum. Meğer az önce birkaç park etmiş arabanın olduğu yerden aşağı inilecekmiş. Bir gazla aşağı inmeyi deniyorum ki Freya’yı zor durduruyorum.

Yokuştan aşağı uçuyorduk neredeyse. Asfaltı bitip toprak yol başlayınca çıkan tozu görmemle frenleri sıkmam bir oldu tabi. Durmasına durdum da ne motoru geri çevirebiliyorum ne itebiliyorum. Mecbur bekleyeceğiz.

   Heh birileri geldi. Bir aile yürüyerek yukarı çıkıyor. Sırp olduklarını düşündüğüm ailenin beyefendisi yardım isteğimi kabul ediyor. Beraber epey yol katettiğimizi düşünüyordum ki bir beyefendi daha geliyor. Böylece kolayca motoru yukarıya çıkıyoruz. Üçümüz de İngilizce konuşarak anlaşmaya çalışıyoruz. Derken refleks olarak Sırpça bir şeyler söylüyor ilk bey, diğeri de ona İngilizce olarak ‘Sen Sırp mısın?’ diyor. İlk adam ‘Evet’ deyince basıyorlar kahkahayı. Bu iki Sırp birbirini yabancı sanıp İngilizce anlaşmaya çalışırken hemşeri olduklarını öğrenmek ikisini de güldürüyor. Hem motoru itip hem sohbet ederlerken onların şaşkınlıkla karışık kendi dillerinde konuştukları sevinçlerini izliyorum arkadan.

  Sonra ikisine de teşekkür edip park ediyorum motorumu. Kaskımı, motor çantasını ve montumu alıp toprak yoldan yürüyerek iniyorum. Kısa sürüyor ulaşmam. Gerçekten cennet gibi incecik bir kumu ve berrak bir denizi olsa da güneş dağları aştığı için tam olarak anlayamıyorum güzelliğini. Sadece hayal edebiliyorum. Daha erken vakitte pırıl pırıl olduğuna eminim.

 Karanlık olmadan şu ağaçlıklı toprak yolu çıkıp otoparkta tek kalan Freya’mı alıp otele dönmeliyim. Çıkış iniş kadar kolay olmasa da adım adım her şey bitiyor. Yol da bitip demir atıma oturunca rahatlıyorum. Şimdi ağaçlardan göremediğim ama henüz batmamış güneşi kovalamaca zamanı.

Bir tarafı denize doğru uçurumlu olan bol virajlı tek şerit yolda güneşe doğru gazlıyorum. Kimi zaman yokuş aşağı kimi zaman rampa yukarı derken bir heyecanla girdiğim virajların birinde motorumu tahmin ettiğimden çok yatırınca yüzümde kocaman bir gülümseme oluşuyor.

Demek ki gaza bastığım sürece ya da tekerlekler döndüğü sürece bu makine gider. Daha bir coşkulu kullanıp kısa sürede tamamlıyorum yolu. Odama yorgun ama mutlu dönüyorum. Sıcak suyun altında güzelce dört plajın da kumundan arınıp beyaz çarşaflara huzurla bırakıyorum kendimi. Gönül isterdi bir taverna bir sirtaki olsun ama uyku daha tatlı geliyor. Rüyamda bile motor sürüyorum o derece…

  Ertesi sabah erkenden uyanıp yine gideceğim yol haritasını çıkarıyorum. Dün adanın kuzeyini keşfetmiş oldum. Yüksek ve yeşil ağaçlı olan bu bölümde çam kokusu kalıyor zihnimde. Adanın güneyi ise maki tarzı bitki örtüsü var. Zeytin ağaçları ve kısa bodur ağaçlar ön planda. Dün oradan motorla dönerken aklımda kalan kekik kokulusu oluyor. Özetle Adanın kuzeyi Akdeniz’e güneyi ise Ege’ye benziyor. Böyle gözle görülebilir çok net bir fark var. O zaman hazırım!

Aslında aklımda 7-8 yeri görmek var bugün. Ama zaman neye yetecek bilemiyorum tabi.

Tam da ‘Evdeki hesap çarşıya uymuyor!’ sözünün net şeklini yaşıyorum. Platanes ve Medalia Beach’in yolunu bulamıyorum. Çok ilginç bir şekilde. Atspas Beach’in yolu da yine yokuş aşağı ve toprak bozuk yol olunca 3 hedef elendi. Sırada Pefkari Beach var.

   İşte buranın hem yolu kolay ve asfalt. Hem de denizi ve kumu şahane. Tam ümidimi kaybetmişken onu gördüm karşımda.

Sabahtan beri onca yol geldim. Üstelik kahvaltı da etmedim. Hemen motorumu park edip, yine bir elimde kaskım bir elimde motor çantam ve üzerimde montla kızgın güneşin altında plajda yürürken o tuhaf pişme hissi geliyor.

  Hızlıca yerleşiyorum ve tabi ki ilk iş henüz açılmamış mideme kahvaltı söylemek oluyor. Şöyle güzel bir tost, bir kahve ve bir su. Bense yine koşarak denize atlıyorum. Offf ya bembeyaz kum ve olabildiğince temiz parlak bir deniz. Saçlarımı ve tenimi narince okşarken bir yandan sevgiyle kucaklıyor beni. Bir sevgili gibi olmasa da bir arkadaş bir dost gibi sarılıyoruz birbirimize. Suyun hafızası olduğunu da bildiğimden biraz sohbet ediyorum bu güzel mavilikle…

  Derken yine siparişlerin geldiğini görüyorum. O kalın minderi olan şezlonguma oturduğumda evdeki kanepenin rahatlığını hissediyor bedenim.  Geniş şemsiyenin rahat gölgesinde huzurla kahvaltı edip biraz dinleniyorum. Üzerim kuruyunca da gönülsüzce sıradaki hedef için ayrılıyorum buradan.

  Niyetim o ki artık listeme uymayacağım yolumun üzerindeki girebildiğim plajlara uğrayacağım. Freya’ma atlayıp basıyorum gaza. Yine bol virajlı, zaman zaman da yerleşim alanlarının yer aldığı tek şerit yolda ilerlerken tam sağımda enfes bir plaj görüp ani bir frenle duruyorum. Motorumu park edip yine aynı şekil, bir elimde kask, bir elimde motor çantası ve sırtımda mont ile plaja dalıyorum.



  Tüm şezlongların dolu oluşu biraz hayal kırıklığı olsa da bir kadının yanındakinin boş olduğunu görüyorum. İşte tek kişi olmanın tam olarak avantajı burada. Küçük bir diyalogla izni aldıktan sonra yerleşiyorum yeni yerime. Üzerimdeki her şeyi bir çırpıda çıkarıp koşuyorum denize. İşte burası da inanılmaz. Parlak ve yumuşacık sonsuz suyun içinde sanırım hiç durmadan yüzebilirim. Uzun uzun durup bu düşünceyle kulaç attıktan sonra buz gibi bir bira için dışarı çıkıyorum. Daha koyu gölge olan barda içmek daha mantıklı olacak. Hah bu arada buranın adı mı ne? Psili Ammos Beach.

  Bu enfes plajı da aklıma kazıdıktan sonra tüm ekipmanlarımı giyip kekik kokulu zeytin ağaçları arsında yol amaya devam ediyorum. Sağ yanımdaki masmavi deniz eşlik ediyor bana. Bir de bu yolculuktan mutlu olan Freyam. Onunla daha samimi aramız. Başlangıçtaki korku ve güven sorununu çoktan aşmış sevgi ve heyecanla kaynaşmış durumdayız. Her ne kadar ilk görüşte aşk olsa da tüm ilişkiler tecrübe ister. Zaaflarımızı, eksiklerimizi, zayıflıklarımızı ve korkularımızı öğrenip onları tecrübe ve sevgi ile beslemek ister. Bizimkisi de öyle bir aşk hikayesi. Zamanla büyüyen. Ama Thassos adası balayımız için güzel seçim vesselam.

  Derken sağ tarafta küçük bir yol ile denize ulaşan bir ayrım, ardından da yokuş aşağı bir gidiş görüyorum. Bu sefer daha cesur dönüyorum o tarafa.  En yakın noktaya park edip aynı ritüel ile bomboş olan plajın en sağdaki, yerinde yerleşiyorum.

Sıcakta motor sürmenin harareti ile atlıyorum suya. Çıktığımda bir ilgili, şezlong için 10 euro istiyor. Hem de daha önce olan yerlerde yeme içme karşılığı olan uygulama da yok burada. Ama burada beni şaşırtan tek şey değil bu değil.

 Az sonra yanıma gelen 30 lu yaşlarında ve annesi olduğunu sandığım 50 lerinde iki kadının üstsüz güneşlendiğini görmek beni şaşırtan diğer mevzu. Genç olan kadının kocası da yanında. Üstelik kadınlar kendi aralarında Bulgarca konuşurken genç kadın kocası ile İngilizce konuşuyor. Daha da ilginç olan durumsa benim her iki dili bilip tüm konuşmaları anlamam 😊

  Bir ara ‘Ben de mi bikinimin üstünü çıkartsam?’ fikri de gelmiyor değil. Ancak bu düşünceden hızla kurtulup sıradaki durağa ilerlemek istiyorum. Aaa bu arada bu plajın adı da Thymonia Beach. Aynı isimde bir de otel var hemen yanında.

  Son olarak çok bahsedilip öve öve bitirilemeyen plaj; Aliki Beach. İlk bakışta beğenmediğim; çok küçük bir koy olup gereğinden fazla ve dip dibe olan işletmeler.

İkincisi ise peşin 40 euro istenmesi; buraların hiç tarzı olmaz oysa ve çok yüksek. Üçüncüsü de denizin diğer plajlar kadar temiz olmayışı. Buna rağmen görüp tecrübe etmiş olmak yanıma kalan kâr diyorum. 40 Euro olan ücreti pazarlıkla 30’a düşürdüysem bir bira içip kalamar yerim artık. Ne de olsa olanlar oldu…😊

  Zoraki keyif aldığım 1-2 saatin ardından otelime dönüş başlasın. Şu an adanın tam karşı tarafındayım. Otelime her iki yoldan da dönebilirim.

Koyu mavi yol yani adanın kuzeyi dediğim gibi daha koyu yeşil ve yüksek ağaçlı ormanla kaplı. Açık mavi olan yol ise benim daha çok sevdiğim adanın güneyi; ada kekiği kokusuna bulanmış zeytin ağaçları ile örtülü. Tam bir Ege havası estiriyor. Üstelik bu tarafta motor kullanmayı daha çok seviyorum. Adanın etrafında 2 tam tur attıktan sonra bu kadar zevklerimiz de olsun yani.

  Şarkılar, türküler ve adrenalin dolu günün son ışıklarında odama dönerken son düzlükte tam olarak yolun kalan son 5 dakikasında bacağıma gelen sert bir cisimle önce irkiliyorum. Sonra ise hızla yayılan ağrı ve acı, sonra ise şiddetli bir zonklama hissediyorum. Tam olarak ne olduğunu anlamadan dengemi bozmadan otele hızla ulaşıp otel ilgilisinden yardım istiyorum. Bacağımı açtığımda kocaman bir ısırık, yayılan bir kızarıklık ve şişlik görüyorum. Bazı alerjilerim olmasına rağmen daralmayan nefes yoluma şükredip eve döndükten günler sonra iyileşen sertlik ve morluğa aldırmıyorum. Hele ertesi sabah o halde Thassos’tan Darıca’ya 550 km yol sürmüş olmam ise tam bir macera. Hala bacağımı neyin ısırdığını bilmiyorum. Üstelik seyir halinde…

 Adanın son hatırası ya da nazar boncuğu ile ertesi gün Thassos’tan Keramoti’ye oradan da durmadan 2 saatte İpsala’ya geliyorum. Oradan da uzun süren bir motor yolculuğunun ardından nihayet evimdeyim. Yorgun ama huzurlu ve gururluyum. Freya ile ilk yurt dışı tecrübemizi edinmiş olduk. Her ne kadar minik aksilikler yaşansa da bütüne baktığımızda büyüleyici bir serüven. Bir ömür aklımdan çıkmayacak olan…

Şimdi de gördüğüm Thassos Plajlarını özetleyelim:

1-      Afrodit Beach

2-      La Scala Beach

3-      Carnagio Beach

4-      Golden Beach

5-      Paradise Beach

6-      Pefkari Beach

7-      Psili Ammos Beach

8-      Thymonia Beach

9-      Aliki Beach

Sıradaki macerada buluşmak dileğiyle… Belki siz de olursunuz kim bilir?

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page