top of page
Ara
Yazarın fotoğrafınuray çalışkan

Komşu komşu Huu ; YUNANİSTAN

Hemen yanı başımızda, canım Atam’ın doğduğu topraklar…

İklim benzer, kültür benzer, müzik benzer, yemekler benzer, damak zevkimiz benzer, hatta insan profilleri bile benzer…

Ama ne farklı? Alfabe farklı, dil farklı, din farklı, para birimi farklı ve elbette vizyon farklı…

Defalarca bulunduğum bu ülkeyi bir de oğlumla ziyaret etmek istiyorum. Sabahın ilk ışıkları ile uyandığımız sahil kasabası Kavala, kocaman bir gülümseme ile karşılıyor bizi. Daha gözlerimizi ovuştururken biz, o çoktan uyanmış pırıl pırıl parlıyor yüzümüze.

Kucağında minik sandallar oynaşıyor. Martılar salınıyor mavinin bir tonundan diğerine…

Kavalalı Mehmet Ali Paşa’nın doğum yeri olmakla beraber su kemerleri de meşhur buranın. Ama benim gönlümü kazanan tabi ki Kavala kurabiyesi oluyor.

Ardından geldiğimiz Selanik tam bir İzmir kopyası. Uzun ve geniş kordonu, denize nazır keyifli kafe-restoranları ve hareketli sokakları ile birebir aynı. Biz de oğlumla bu kıyı şehrinde biraz keyif yapıyoruz elbette. En sevdiğim içecek olan aperol spritz ile…

Aristo caddesinden yukarı doğru yürüyoruz sonra.


Biraz da buralarda gezindikten sonra asıl geliş amacımız için çıkıyoruz yola. Selanik’i Selanik yapan nedir? Atam’dır. Atam’ın doğduğu evdir.


O yüzden Atatürk Evi’ni ziyaret ediyoruz. Bahçesini gezip merdivenlere uzanıyoruz. Önce giriş katı sonra üst kat derken Atamla karşılamak, tüylerimi ürpertiyor, kalbimi heyecanlandırıyor…

Atam’ın sesinden Ulusa sesleniş nidaları yankılanıyor beynimde… ‘Türk milleti çalışkandır, Türk milleti zekidir. Çünkü, Türk milleti millî birlik ve beraberlikle güçlükleri yenmesini bilmiştir.’

Cumhuriyetimizin 100. Yılını kutladığımız bu günlerde onu düşünmek, yaptıklarını hatırlamak, bize bıraktığı bunca güzel eseri görmek bilmek, kalplerimizdeki yerini güçlendirip sevgisini arttırıyor. İyi ki varsın Atam! İyi ki doğdun ve bizim başımıza geldin! Dünyaya gözlerini açtığın ve büyüdüğün bu evi yeniden görüp gezmek, asla unutmadığımız varlığını tekrar şefkatle hatırlatıyor.

Oradan çıkıp biraz sokaklarında dolaştığımda ise yıllar önce geldiğim Selanik akşamları canlanıyor gözümde. Tavernalarında eğlenişim, hareketli müzikleri ve havada uzo kadehleri canlanıyor bir an gözümde.

Sonra Thassos adasına geçtiğim geliyor tek başıma. Keramoti limanından bindiğim feribotun 40 dakikada geçtiği adanın eşsiz beyaz kumsalları ve berrak suları düşüyor yine aklıma.

Tabi o zamanlar giriş ücreti olmayan beachlerde yemek yiyip bir şeyler içtiğinizde şezlong ve duşları ücretsiz kullanabiliyorduk. Şimdi durum nasıl oldu bilemiyorum. Tez zamanda gidip yeniden bir deniz sefası ve güneş banyosu yapmak lazım.

Bu Selanik ve Thassos anıları ile Meteora’ya doğru yol alıyoruz. Selanik’e 3 saatlik mesafedeki Kalabaka kasabasına bağlı bu mistik şehir beni ilk görüşte büyülüyor.

Gökyüzüne doğru dimdik yükselen devasa kayaların zirvesine inşa edilmiş manastırlar şaşkınlığımı daha da arttırıyor. Yüzyıllar önce buraya çıkmanın bile zor olduğu bu yere kim, nasıl böyle bir yapıyı inşa edebilir ki? Üstelik içine freskolar bile çizilmiş.

Meğer 9. Yüzyılda Tanrıya yakın ve insanlardan uzak olmak isteyen keşişler burayı kullanıyormuş. 14. Yüzyılda da bu manastırlar daha merdivenin yapılmadığı dönemde bile iple çıkılıp inşası tamamlanmış. Günümüzde ise 24 manastırın 6 tanesi aktif olarak kullanılıyor. Doğanın tarihi şekillendirmesi diye buna derim ben.

‘Havada asılı duran’ anlamına gelen Meteora, adaları ve tatil beldeleri ile ünlü Yunanistan’ın bambaşka bir gezi rotasının olduğunu öğretiyor böylece bana. Görülmeye değer enfes bir gökyüzü şehri.

Bu yazıda Kavala, Selanik, Thassos ve Meteora’dan kısaca bahsettim. Ancak Yunanistan’ın adaları ve Atina anlatılmazsa bu yazı yarım kalır. Onları da gezip gördüğümde yeniden buraya eklemek koşuluyla şimdilik veda ediyorum sizlere. Başka maceralarda buluşmak dileğiyle…


401 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comentarios


bottom of page